25 Ekim 2013 Cuma

“Üzüm yemek değil, Bağcıyı GÖRMEK”



Öküzgözü Terasları- Pendore

Bir öğlen vakti, bahçemde kahvemi yudumlarken telefonum çaldı. Arayan kişi “Arden Gıda, Horeca Satış Müdürü Serdar SÜPÇELER”. Kavaklıdere’nin Pendore bağlarında gerçekleşecek bağ bozumuna davet etti. Nazik daveti karşısında teşekkürlerimi bildirip, kendisine onay maili gönderdikten sonra yavaştan heyecanlandığımı belirtmeliyim. Heyecanım nedeni, Türkiye’nin en büyük tek parsel bağına gitmekten olsa gerek…

Kavaklıdere Pendore bağları Şarap kompleksi


15 Eylül sabahı Ercan havaalanında buluştuk. Kalabalık bir ekip, adanın yiyecek içecek sektöründe söz sahibi yöneticileri orada. Restoran sahipleri, otel yöneticileri, kısacası kadromuz sağlam. Uçuşumuz İstanbul aktarmalı gerçekleşti İzmir’e. 

İzmir havaalanında şirket yetkilileri karşıladılar bizi. Kordon’a doğru yola çıktık. Kordon “La Sera”da muazzam bir masa hazırlanmış bizler için. Acıkmış bünyeler heyecanlı gözlerle sohbetlere başlıyor. Hem karnımızı doyurup, hem de şu an piyasada bulamayacağınız 2010 Kavaklıdere Selection’dan ince yudumlar alıyoruz. Bizim için özel olarak getirtilen bu şarabın kıymetini hepimiz çok iyi biliyoruz. “Kavaklıdere Dış Ticaret Direktörü, Fehmi ATAK” ve yardımcısı “Onur ÖZGÜL” ile sohbet ettik. Gösterdikleri ilgi ve alaka geçireceğimiz 2 günün teminatı oldu. Çok vakit kaybetmeden yolda çıktık. Zira gidilmesi gereken bir bağ ve görülmesi gereken bir bağcı var. Amacımız aslında belli; “Üzüm Yemek Değil, Bağcıyı Görmek”

Manisa’ya doğru ilerlerken meraklı gözlerle etrafı izledik. Otobüste ikram edilen Altın Köpük’ten yudumlayıp, eğlenceli bir yolculuk gerçekleştirdik. Konaklayacağımız “Lidya Sardes Oteli”ne vardık ve giriş yapıp, tekrar bağa doğru hareket ettik. Kemaliye’ye doğru ilerledi otobüsümüz. Bağların arasından geçerken yemelik ya da şaraplık üzümlerin farklarını gözlemleme şansını yakaladık. Şaraphane ve fıçı kavı olarak kullanılan büyük binaya geldiğimizde “Kavaklıdere Pazarlama ve Eğitim Koordinatörü, Levon BAĞIŞ Bey” bizleri kapıda karşıladı. Kısa bir merhabalaşmanın ardından 4 adet 4X4 cip ile düştük yollara. Adeta bağlar arasında bir safari yaptık. Pendore bağlarının arasında simetri ile bütünleşerek gidiyoruz Öküzgözü teraslarına. Öküzgözü terası diye tabir edilen yüksek tepeye vardığımızda, bizim için hazırlanmış ve Altın Köpük ikramı ile lezzetlenecek olan meyve ikramı dolu masa gerçekten takdire şayan. Hep beraber “omçalar” (üzüm ağaçları) arasında gezinmeye başladık.


Merit Crystal Cove F&B Müdürü Haluk ERİM ve Ben.


Yerlere düşmüş salkımlar gördük, bu kalitenin ispatı niteliğinde. İyi olan salkımlar haricindekiler toplanmıyor demek. Bir başka deyişle “gaddar budama”nın neticesi. Yani iyi olmayan salkımların kesilmesi de diyebiliriz. Beğenilmeyen üzümler inorganik madde olarak bağ diplerinde kalıyor. Pendore bağlarında telli terbiye sistemi kullanılıyor, özenle yapılmış. Bunu yapmaktaki amaç, güneşin yaprağı değil üzümü ısıtması isteniyor, yapraklar tellere geriliyor, iyi üzüm almak için, üzümün güneş görerek olgunlaşması sağlanıyor. Masaya geçtiğimizde etkileyici manzara eşliğinde Altın Köpük ikramı gerçekleşti. Levon Bey’e ardı ardına sorular soruyor, merak denen denizde adeta boğuluyoruz. Deniz seviyesinden 250 ile 450 metre arasında yükseklikteyiz, toprak yapısı killi-kumlu, killi-tınlı yer yer kalkerli. Deneme yanılma yöntemine gayet uygun diyor Bağış. Neden burası diyoruz. “Ege iklimi ile iç Anadolu ikliminin kesiştiği yer” diye cevap veriyor. “Buradan doğuya doğru giderseniz yetişen bitki türlerine bakarak bile bunu anlayabilirsiniz” diyor. 
İlk şaraplarını 2006 senesinde almışlar, yani bağ dikiminden 6 sene sonra, en iyi dönemi ise 30 yıllara varınca olacak. Bir dönümden 600-700 kilo üzüm alıyorlar. Aynı bölgede Sultaniye yetiştiren bir üreticinin 3-4 ton dönüm başına mahsul aldığını duyunca bu sayı ciddi bir kalite göstergesi oluyor. Peki, bu nasıl gerçekleşiyor diye soruyoruz. Levon bey; “bağa ne verirseniz onu alırsınız” dedi. “Su verirsen su alırsın” diye ekliyor. Görmüş olduğumuz damla sulama sistemini soruyoruz. “Onlar bizim hayat sigortamız, çok kurak geçerse sezon, kullanırız, onun haricinde üzümü strese sokmaktır amacımız” diyor. Bitkiye önce su veriliyor ve su birdenbire kesiliyor, su bulamayacağını düşünen üzüm strese giriyor ve iyi şarap için ihtiyaç olan asidi üretiyor, köklerini daha derine ulaştırıyor ve ulaştırdıkça üzümdeki tatlar artıyor. Bu da daha az ürün sonucunu veriyor ama kalite kat ve kat artıyor. Ayrıca bağ aralarına tahıl ekimi yapıyorlar. Arpa, buğday, çavdar, ne işi var bunların orda demeyin. İnce olan tahıl kökleri toprağın içine yayılıyor ve bu ince kökler toprakta ciddi havalandırma kanalları açıyor. Toprakta yetişen tahıl başak vermeden o da budamaya tabi tutuluyor, zira topraktaki besin üzüme lazım. Bu kesilen tahıllar da kesildiği yerde kalıyor, inorganik madde oluyor, yetişen üzüm için. Bağ bozumundan sonra budama işlemi gerçekleşiyor ve her omçada sadece kök ve iki dal kalıyor. Bu verimi yüksek tutmak amaçlı. Bunun bağ işindeki adı “yeşil budama”. Bağcının bilgi birikimi nezaretinde kök durumuna göre budama yapması. Yamuk arazide kurulan Pendore bağlarının aynı bölge üzümlerine göre farkı ise, güneş ışığı ve yağmur suyu faktörleri. Yağan yağmurun bile kök üzerinde kalmaması alınan mahsule etki ediyor. Zira kökler yağmur suyunu çekince üzümün içi suyla dolacak ve bol sulu ama tatsız bir ürün alınmasını sağlayacak. Bağ konusundaki derin ve keyifli sohbetten sonra tekrar atlıyoruz 4X4’lere. Bu sefer istikametimiz bağ evi…


        Pendore Bağları Şarap Evi Önünde Şarapseverler
                                   



Pendore / Ege bağlarının Boğazkere 02 parseli, 8. Sıra 77. Omça 

Bağ evine ulaştığımızda kallavi bir masa bizleri bekliyordu. Her şey özenle hazırlanmış, tüm misafirler yiyecek ve içecekçi oluşundan dolayı masa hakkında kritikler yapıyoruz. Ustaya ve servis yapan arkadaşa puanımızın tam olduğunu söylemeliyim. Yemeğimize eşlik eden üç çeşit şarabımız var, “Pendore Syrah”, “Pendore Öküzgözü” ve “Ancyra Merlot”. Keyifle yudumlayıp, sohbeti koyulaştırdık. Keyifli geceden sonra otelimize döndük. Dinlenmek lazım, zira ertesi gün yine aynı bağ evinde kahvaltı ve bağ bozumu var. Sabah kahvaltı için bağ evine ulaşıyor ve bir önceki akşamı aratmayacak kahvaltı sofrasına konuk oluyoruz. Her şey keyifli ve doğal görünüyor. Levon bey elinde ufak kutularla geldi. İçlerinde adımıza özel hazırlanmış künyeler vardı. Birer bağ makası tutuşturdu ellerimize. Herkeste bir heyecan kendi “omça”sını arıyor. 38 x 28 kuzey paraleli ile 23 x 23 doğu meridyeni arasındaki Pendore / Ege bağlarının Boğazkere 02 parseli, 8. Sıra 77. Omça benim olan. Bir Boğazkere… Bir arayışta buluverdim. Kök’e iliştiriyorum künyeyi. Artık sahipsiz değilsin diyorum. Gözüme en güzel omca olarak görünüyor. Diğerlerine umursamaz bir bakış atıyorum. En çok 77. sıradakini seviyorum. Benim çünkü bir omca sahibi oluyorum. Levon Bey’e “mahsulünü alırım, benim üzümlerden yapılan şarabı gönderirsiniz” diyorum, gülüşüyoruz. 


Pendorenin en iyi omça'sı :)

Zafer kazananların içkisi; Şampanya (Köpüklü Şarap) 

Bağ evine geçtiğimizde Pembe Köpük “Sarbaj” yöntemiyle açılıyor. Biraz şaşkınlık ve merakla izliyoruz. Sarbaj yani “Sarbage” şampanyayı kılıç ile açmak, yani şampanyanın mantar bulunan boyun kısmını koparmak demek. “Napoleon Bonaparte” icadı... “Şampanya zafer kazananların içkisi olsun” demiş ve bir zaferinden sonra şampanyayı bu şekilde açmış. Biz de bir zafer kazanmıştık, 2800 yıl önce bağ olan bu topraklarda bu gün hala böylesine hassas bağcılık yapılmasına şahit olmuş, Türk şarapçılığının iyi yöndeki gidişatına tanıklık etmiştik. Artık bu kadar bağ ayrıntısından sonra geçiyoruz şarap evine. Toplanan üzümler ayırma bandında tek tek inceleniyor. Orada da beğenilmeyenler ayıklanıyor. Daha sonra salkımlarından ayrılan üzümler tane olarak çatlatılarak tanklara gidiyor. Sonrası bekleyiş sonrası sabır… 

Yeni bir deneyim 

Şarap evi içerisinde ilerliyoruz, her şey son teknoloji, laboratuardan tutun nem odasına her şey dünya standartlarında uygulanıyor. Bir fıçı üzerinde tadım gerçekleşiyor. Tadacağımız şaraplar henüz 1 ay evvel bağdan toplanmış ama kırmızı şaraba acılık veren, üzümün kendisinde olan (birçok meyvede bulunan) Malik asit diye tabir edilen asitten kurtulamamış, burunda bir şey ifade etmeyen, lakin damakta iyi izler bırakan sert şaraplar. Daha sonra ise günün en güzel sürprizlerinden birine şahit oluyoruz. Nem odasında onlarca fıçı arasında bizi bekleyen ve şu an Kavaklıdere’nin piyasaya henüz çıkartmadığı, Kavaklıdere çalışanları haricinde ilk kez bizim tadacağımız bir ikram var. Kavaklıdere Kapadokya bağlarında ilk defa denenen ve geleneksel bağcılık yöntemiyle üretilen, aslen İspanyol olan “Tempranillo” üzümünün şarabını tadıyoruz. Mükemmel sonuçların ortaya çıktığına şahit olduk. Artık bağ ve şarap gezimiz Pendore’de sona eriyor. Alaçatı’ya doğru yola çıktık. Akşam yemeği için Ferdi Baba Port’da yerimiz hazır. Gezinin son gününde Ege’ye gelip, balık yememek olmaz diyoruz. Güzel bir akşam yemeği iyi bir final oluyor bizlere.

Malik asitten henüz kurtulamamış şarapların testi

Bağların toprak ve doğayla amansız kavgasına şahitlik etmişken, hatırımızda güzel bir gezi, damağımızda derin tatlar bıraktı Pendore. 2 gün sonunda zihnimize kazınan bilgi ve birikimle dönüyoruz adaya. Sizlere tavsiyem Pendore Boğazkere’den başkası olmayacak. Zira bizim omçaların mahsulü olabilir. Keyifle içiniz... Geri döndüğümüzde hepimizin içimizden mırıldandığı bir şarkı vardı elbet. Sezen’den gelsin. “Kalbim Ege’de kaldı...” Şaraplı ve lezzetli günler sizlerin olsun.

Alaçatı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder