Viski ile olan yolculuğumuza bir ara verip, alkolün dünyaya en güzel yansıdığı içkiye geçiyoruz. Temel besin olan ekmek ve sudan yürüdü o. Asırlar boyu insanları birleştirdi... Sarışını, esmeri ve kızılıyla güzel bir kadın gibi etrafımızı şenlendirdi. Arpanın suyundan bahsediyor, Biramızı içiyoruz!
Tarih bilimcilerin son yaptığı çalışmalar ile yeryüzünün en eski içkisi olarak bilinen şarabın yerini aldı o. Bira, yapılan araştırmalar ve bulgularla şu an yeryüzünün en eski içkisi. İlk buluntular biranın tarihinin 12.000 yıl öncesine dayandığını gösteriyor. Daha evvel yapılan araştırmalarda Kudüs civarında bira yapımının buluntularına rastlanması, en eski bira tarihinin bu topraklarda olduğunu söylerken, 2012’de yapılan Şanlıurfa Göbeklitepe kazılarında 12.000 yıl öncesinde Anadolu’da bira yapıldığını kanıtlayan buluntulara rastlandı. Daha kesin buluntular ise Sümer tabletlerinde yer alıyor. Bira ekmeği yapıp, sulandırma vesilesi ile küplere konulan malt ve su mayalanmaya bırakılıyor ve bira elde ediyorlardı. Bira tarihler boyu üretildiği topraklarda keyif veren ve besleyen özelliği ile bir ticaret aracı olarak kullanılıyor, hatta alış-veriş yapılırken para yerine geçen en değerli varlık olarak karşımıza çıkıyor. Öyle ki bira olmasaydı dünyanın 7 harikasından biri olan Mısır Piramitleri de olmayacaktı desek çok abartı olmaz. Zira piramitler yapılırken çalışan işçilere bira ve ekmek verilerek daha iyi verim alınmak isteniyordu. Ayrıca enteresan bir şekilde tarihte bira yapmak kadınları işi olmuş. İngiltere’de bira yapan kadınlara kaba tabirle “Ale Wiwes” yani “Bira Karıları” deniyor, birasına su katan veya hile yapan kadınlar ceza alıyor ve hatta öldüklerinde mezar taşlarına bile bu yaptığı suç yazılıyormuş.
Eski çağlarda henüz biraya aroma veren şerbetçiotu keşfedilmediğinden dolayı sadece arpa şırasıdır. Şerbetçiotu kullanılmaya başlanması bira için adeta bir haykırış olur. Zira sadece biraya aroma katmak değil, biranın kısa sürede bozulmasını önlemek ve dayanıklılığını uzun süre arttırması gibi avantajlar sağlar. Biranın gelişmesinde ve yayılmasında önemli 3 etken çıkıyor karşımıza. İlk olarak sanayi devrimi ve buhar makinesinin icadı ile demiryolunun gelişmesi, soğutma teknolojisinin bulunması ile bira üretiminin 12 aya yayılması ve “Louis PASTEUR” tarafından bulunan pastörizasyon tekniğinin keşfedilmesi. Bu teknik ile biranın içerisinde maya da olması gerektiği gerçeği gün yüzüne çıkar. Bu etkenlerle şerbetçiotu ile bozulmayan biranın ülkeden ülkeye gitmesi popülerliğinin artmasına sebep oluyor. Günümüzde bira yapımına kısaca değinmek gerekirse; sapından ayrılan arpa çimlendirilerek malt haline gelir, kurutulup öğütme (dövme) işlemine maruz kalır. Ardından su ile karıştırılarak Mayşeleme denilen işlem gerçekleştirilir. Arpa, nişasta olarak zengin olması, depolama ve çoğu iklimde rahatça yetişmesinden dolayı içki yapımındaki tahtını her zaman korumuştur. İçerisindeki nişasta sıcak suyla temasında şekere dönüşür ve şıra adını alır. Süzülüp başka bir tanka alınan Mayşe denilen şekerli sıvıya karakter kazandıracak şerbetçiotu eklenir. Bu kaba tabirle “pişmiş aş” soğutmaya alınıp, maya eklenir ve fermantasyon dediğimiz mucize başlar. Maya bira yapımında çok önemli bir yere sahiptir. Öyle ki, büyük bira firmaları mayalarını Avrupa’da bulunan maya bankalarında saklarlar. Zira şerbetçiotu kadar biraya karakter kazandıran bir başka unsur da maya’dır. Bu yapım şeklinden yola çıkarak aslında bira yapımı viski yapımının yarım kalmış halidir de diyebiliriz. Anca bu biranın içerisine arpadan başka hububat giremez.
Toplum üzerinde tarihler boyu çok büyük önem arz etmiş bira. Devletler bira üretimini ve tüketimini çoğu zaman teşvik etmiş. Bunun başlıca nedeni ülkelerin karakteristik içkilerinin fazla alkol oranına sahip olması ve halkın bu ürünleri tüketerek toplum içerisinde bir çöküntünün boy vermesi olmuş. İngiltere Cin’in uçuk alkol oranı ile başa çıkabilmek için birayı teşvik ederken, aynı yöntemi Ruslar Votka’ya önlem almak için kullanmış. Bizim Cumhuriyetimizde ise Cumhuriyetin ilk yıllarından Özal dönemine kadar meşrubat sınıfına sokulup, ruhsat gerektirmeden her yerde satılması sağlanmış. Hafif alkolü ve ucuz maliyetiyle her zaman bir alternatif olarak herkes tarafından beğenilen ve içilebilen bir arkadaş olmuş bira.
Tarihsel ve sosyolojik açıdan bira bu evrimlerden sonra dünyada en çok tüketilen alkollü olarak karşımıza çıkar. Şu an saptanan 140 çeşit ve 40.000 markanın olduğu biliniyor. Bu çeşitlerin hepsini bilmek ve idrak etmek için iyi bir “bira gurusu” olmak şart ama ömrünü bu işe adamış insanların bile zorlandığı bir beceri ve ilgi. Biz temel bira çeşitleri üzerinde duralım. Asıl olarak 2 ana çeşidimiz var. Bunlardan biri “Ale” diğeri ise “Lager”. Tankın üzerinden fermantasyon yapılan çeşit genelde “Ale”, altından fermantasyon geçiren çeşit ise “Lager”. “Lager” biralar şerbetçiotunun ana vatanı sayılan Çek Cumhuriyeti’nin “Pilsen” şehrinden doğan ve dünyayı etkisi altına alan bir tür. Zira daha evvel bahsettiğim pastörize buluşundan sonra şaha kalkmış. Sadece soğuk bölgelerde yılın bir kaç ayı üretilmesi gerçeği, 18. Yüzyıl ortalarına kadar onu kenarda köşede bırakmış. Bu teknolojilerin gelişmesi ile “Ale” ailesinin en sert rakibi olmuş diyebiliriz. Ferahlatıcı bir özelliğe sahip olan “Lager” biraları açık renk ve genelde altın sarısı görünümünde oluyor. Örnek vermek gerekirse ülkemizde rekabette son noktada olan “Efes” ve “Tuborg” birer lager bira. Alman biraları bir kaç istisna haricinde hepsi “Lager” türü. Ülkemizde satılan “Beck’s”, “Miller”, “Corona” ve “Heineken Lager” biraya örnek verebileceğimiz diğer ünlü “Lager” türleri. “Ale” türüne baktığımız zaman mayanın üstten ve daha sıcak şıraya verilmesinden dolayı daha karakterli ve sert biralar görüyoruz. Öyle ki İngiltere’de bir Pub’a gittiğinizde “Lager” diye belirtmezseniz önünüze koyulan büyük bardak “Ale” ile mücadele etmek zorunda kalırsınız. Tabi ki bu söylem alışık olmayan ve hafif tat seveler için. Zira İngilizler biralarına ciddi şekilde sahip çıkan ve hayranlıkla bakılacak bir kültüre sahip bir millet. “Ale” ailesine baktığımız zaman iki meşhur kahraman bizleri bekliyor. Bunlardan biri “Porter” diğeri ise “Stout” bira. Arpanın fazla kavrulmasından dolayı rengi daha koyu hatta siyah olan ve kahve çağrışımı yapan iki türden bahsediyoruz. “Porter”ın tarihi daha eskiye dayansa da şu an “Stout” satış ve beğeni açısından her anlamda önde bir çeşittir. Buna en iyi örnek efsane “Guinness” olacaktır. Tarihsel durumuna bakarsak bu iki tür birbiriyle yakın akrabadır. Önceleri “Guinness” ilk üretim yıllarında “Porter” olarak geçmekte, daha sonra daha fazla kavrulan ve koyulaşan “Porter”lara “Double Porter” veya “Extra Porter” gibi isimler verilirken “Guinness” kendi birasına “Stout Porter” demiş. İlerleyen zamanlarda “Porter” ismini kullanmayarak sadece “Stout” olarak kalmış. Yani ikisi de yapım aşamalarında benzer teknikler ile üretilir. Bir başka deyişler İngiliz’in “Porter”ı İrlandalının “Stout”unu yaratmıştır. Bira türleri bu sayfalara yazılacak cinsten az ve fakir değil. Onun için temel iki çeşide değinmek istedim. Zira İrlandalıların esmerleri İngilizlerin sert ağır abileri, Almanların sarışınları, Çeklerin dünyaya mal olmuş ve isim babalığı yapmış pilsener’leri ve Belçikalıların renkli dünyalarına girersek işimiz hayli uzun.
Diğer alkollülere nazaran daha fazla tuvalete gitme ihtiyacı hissettiren bira için halk arasında hamallık diye bir tabir türemiş durumda. Bunun ana nedeni biranın yüzde doksanının su oluşu. Böbrekleri hızlı çalıştırmasından dolayı bira için parasını ödemeden vücuttan atılan tek sıvı denir. “Bira satın alınmaz sadece kiralanır” sözü ise bu gerçeği göstermektedir. Sunumu ve servisi bira için önemlidir. Bu kadar ucuz satılıp, bu kadar dikkat edilen başka bir içki sanırım yoktur. Biranın çokça tüketildiği Almanya, Çek Cumhuriyeti, İrlanda, İngiltere ve Belçika gibi ülkelerdeki Pub veya barlarda bira servisine çok dikkat edilir. Bira firmasının ürettiği bardakta servis edilmesi bir gereklilik gibi görülür. Ayrıca özellikle fıçı bira doldurulurken köpük ayarı en önemli faktördür. Almanlar bu konuda çok tutucu olup bardak üzerindeki olması gereken köpük çizilerek işaretlenmiş durumda. Şişe bira servisi yapılıyorsa şişenin hepsi bardağa doldurulmuyor ve bir kısmı misafirin kendi köpüğünü kendisi ayarlasın diye masaya bırakılıyor. Amerikalılar ise sürahi ile servis ettiklerinden dolayı misafir istediği gibi bardağına servis yapabiliyor. Fıçı ve şişe ayrımına gelirsek iyi bir bira severin tercihi daima fıçıdan yana olur. Çünkü şişe biraya nazaran daha taze olmaktadır. Şişe biranın üretimden yola çıkarak tüketiciye ulaşma sürecindeki zaman fıçı biraya nazaran çok daha fazladır. Bu da bira içicilerini daha taze olan fıçı biraya yöneltmektedir.
Bira günümüzde insanları buluşturan ve her kesime hitap gücü ile başlı başına bir sosyal araç. Bir gencin muhtemelen ilk içkisi o. Alkole çok ilgi duymayan ama eşlik etmek isteyen zarif hanımefendilerin yudum yudum tükettiği bir besin kaynağı. Bir zaman bildirgeci aynı zamanda. Sizi bir pub’da bekleyen arkadaşınıza “–ne zaman geldin?” diye sorduğunuzda “-yeni geldim, 2 bira içtim daha” diye cevap vermesi aslında. Patates kızartmasının, sosisin, kalamarın en yakın arkadaşı. Yoğun bir iş çıkışında arkadaşlarla edilen samimi bir sohbetin ana nedeni. Özlenmiş bir dost telefonundaki “-gel de 2 bira içeriz” samimiyeti. Babasının içtiği Efeslerin depozitolarını, marketten paraya çeviren bir çocuğun ilk sermayesi aslında o. Saymakla bitmeyecek diyalogların bir parçası o. Tüm halkların ortak içkisini anlatmaya çalıştım size. İçilen ekmeği anlatmaya çalıştım. Trakya yöresinde eğer biranızı yarım bırakırsanız, “bunun içinde hem ekmek hem su var, günah!” derler.
Bardağınız orijinal, biranız soğuk, fıçıdan taze, sohbetiniz bol olsun. Unutmayın, Çeklerin dediği gibi “Bira neredeyse Neşe oradadır”. Neşeniz hiç kaybolmasın. Afiyet olsun!